Hani kullandığımız ifadeler vardır: “gözümü açtım açalı” veya “hayatı anlayalı” diye. Ben de bu ifadelerle başlayayım. Hayatı anlayalı kitapların içinde bulmuşum kendimi. Çevremi saran kitaplar esasında iki türlü idi: Roman, şiir kitapları ve tarih kitapları.
Kitapların içinde büyümem babam sayesinde olmuştur. Çünkü o hem şair hem de tarihçidir. Kitaplara para harcamaktan hiç çekinmemiştir. Babası mı zengindi? Değil tabi ki. Peki kitaplar için parayı nereden bulmuş? Genç yaşından itibaren çalışmaya başlamış ve kazandığı paraları kitaplara harcamaktan keyif almış. Konusuyla ilgili olan, beğendiği, keyifle okuyabileceği kitapların kütüphanesinde olmasını istemiş ve fiyatlarına bakmadan almış. Böylece zengin bir kütüphane oluşturmuş. Bana da kitap sevgisi babamdan geçmiş olmalı…
Babamın kütüphanesindeki şiir kitaplarına çok da meraklı değildim. Ama bu, hiç de şiir kitaplarını okumadığım anlamına gelmez. Özellikle lise son dönemlerinde şiir kitaplarına merak salmıştım. Galiba o yaşın talebiydi bu ve aşk şiirlerini aramıştım. En çok tuttuğum kitap da Mehmet İsmail’in kitaplarıydı. Bir ara da, o dönemlerde Ramiz Rövşen’in yayınlanan tek kitabı olan Göy Üzü Daş Saklamaz kitabına ilgi duymuştum. Bu kadarını hatırlıyorum…
Babamın kütüphanesindeki tarih kitapları ve babamın tarihçi kimliği şairliğinden daha keyif vermiştir bana. Her sofraya oturduğumuzda, her geziye gittiğimizde, her yürüyüşümüzde tarihi hikâyeler anlatırdı bize. Nizamülmülk’ün Siyâsetname’si soframızın “başucu kitabı” idi. Bana tarihi sevdiren babamdır. Bu sevgiyi pekiştiren de kütüphanesindeki tarih kitaplarıdır. Malum, Sovyet sisteminde büyümüşüz. Babamın kütüphanesindeki tarih kitapları da o dönemin ürünleriydi… Bu kitapları kullanmamla ilgili şöyle bir kesit aktarayım: Okulda tarih dersi görüyorduk. Tarih ders kitaplarında Sovyet liderlerinin veya ünlü tarihçilerin eserlerinden alıntılar oluyordu. Eve gelince babamın kütüphanesinde o kitapları bulmaya çalışırdım. Bulduklarım olduğunda tarih ders kitabındaki küçük alıntıyla yetinmez, eserin tamamını okumaya çalışırdım. Bir sonraki derste hoca konuyla ilgili soru sorduğunda okuduğum eserden hareketle geniş anlatımlar yapmaya çalışırdım. Bilmem, bilgiyi ana kaynaktan okuma sevgim o dönemden mi başlamış…
… Babam Sovyetler Birliği döneminde yıllarca tarih öğretmenim oldu. Övünmek gibi olmasın, başarılı öğrenciydim… Babamın ve o dönem öğretmenlerinin “farkına varmadan” okulda verdikleri ideolojik tarih eğitimi Sovyetler Birliği ile son buldu. Hatta bence çok facialı bir şekilde… 1990’lı yıllardı ve Kızıl Ordu’da askerdim. Bir gün telefonda görüştüğümde babam benden özür diliyordu. Nedeni bana ve bizlere “yanlış tarih” öğretmesiydi. Sovyet sistemi sona yaklaşıyordu ve onun ideolojik tarih eğitimi de. Onun yerine yeni sistem ve yeni sistemin ideolojik tarih eğitimi yerleşmeye başlıyordu. Babamın öğrettiği kahramanların çoğuna yeni sistemde hain, hainlerin çoğuna ise yeni sistemde kahramanlık rolü veriliyordu. İşte facialı boyut burasıydı. Yıllarca öğrendiğin doğrular bir günde yalan, yalanlar doğru oluyordu… Anlaşılan sistemin babamı ve de bizleri düşürdüğü bu durum beni tarih ders kitaplarının ve tarih biliminin peşine düşmeme neden olmuştur…
Benin tarih duygularımı tetikleyen küçük bir ayrıntı daha var. Yaşadığım bölge, bölge kültürü, bölge insanın tarihi ile ilgili sözlü anlatımlar dışında eserlerin olmaması…
… 1992 yılında Azerbaycan’da Türkiye üniversiteleri için sınav düzenlendiğinde ilk tercihim tarih oldu. Sınav sonuçları açıklandığında puanım o dönemin çok tutulan bölümleri için yeterliydi fakat tercihimi doğru yaptığımdan emindim. Sonraki dönemde, kazandığım Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünün de doğru bir yer olduğunu anladım…
… Her yaz tatilinde Azerbaycan’a döndüğümde ne iş yaptığım, hangi alanda eğitim gördüğüm soruluyordu… Akrabalar soruyordu, komşular soruyordu, arkadaşlar soruyordu. Tarih okuduğumu söylediğimde suratlar asılıyordu. Başka bir iş, bölüm mü bulamadın gibilerden. Tabi ki bu moralimi bozmaya yetiyordu. Ama yine babam yardımıma yetişiyor ve doğru yolda olduğumu bol bol anlatırdı…
… Tarihin peşinde koşturmamda Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nün ayrı bir yeri var. Tarihin ve tarih disiplinin ne olduğunu, tarihin nasıl yapıldığını, tarihin mekanizmasının nasıl çalıştığını burada öğrendim. En önemlisi malumatın kölesi olmamayı, malumattan bilgi üretmeyi öğrendim. Tüm hocalarıma müteşekkirim… Geçen hafta mezuniyetimizin 20. Yılında Hacettepe Üniversitesi Tarih Bölümü’nde arkadaşlarımız ve hocalarımızla bir araya geldik. Tarih bölümünün sadece bana değil, arkadaşlarıma da aynı özellikleri kazandırdığını yıllar sonra bir daha test etme şansım oldu…
… Bu arada köyden çıktığımdan itibaren yaptığım yürüyüşün isminin Tarihin Peşinde olduğunu da Tarih bölümünde iken öğrenmiş oldum. 1997 yılında Türkçe yayınlanan John Tosh’un Tarihin Peşin’de kitabını okuyunca yolculuğumu daha net tanımladım. Bu yolculuk tarihin peşinde bir yolculuktu…
21.07.2017
|