• "Tarihi canlı bir savaş alanı, bir ideolojik çatışma bölgesi olmaktan kurtarmamız lazım"

Lefke'den Mektuplar - XXXI

blog-post-image

Bir Bertolt Brecht Uyarlaması: Hayır mı, Evet mi?

Bir süredir Lefke Belediyesi Cittaslow Tiyatrosu’nun Bertolt Brecht’in oyunlarından uyarlanarak hazırladığı Hayır mı, Evet mi? isimli tiyatro oyununun duyurusunu görüyordum. Ama gösterilerin Lefke dışında olmasından ve işlerimin de yoğunluğundan gidip izleyemiyordum. Bugün nihayet ki oyun Lefke AKM’de oynandı ve izleme şansım oldu.

Lefkeli sanatseverlerin oyuna büyük ilgisi vardı. Salon nerede ise doluydu.

Gösteriyi Bertollt Brecht’nin oyunlarından sanatçı Gündoğdu Gencer uyarlamıştı. Yönetmen ise Gündoğdu Gencer’le beraber Yusuf Nidai beydi.

Oyunda yılların sanatçıları Gündoğdu Gencer ve Yusuf Nidai ile beraber Damla Yıldız, Nuran Nidai, Cankay Ok, Sena İçer, Nuri Aras Sevindi, Su Seher Büyükkara, Yunus Erhan, Salahi Uğraşoğlu ve Dilan Demir rol almışlardı. Rol alanların oyunlarını çok beğendim. Profesyonellere taş çıkaracak şekilde bir oyun sergilediler. Hepsini kutluyorum ve hepsine teşekkür ediyorum.

Oyunun konusuna gelince, iki kısımdan oluşan oyunda hayır diyebileceğimiz iki temel tez öne sürülüyordu: Oluşan veya karşılaşılan yeni sosyal ve kültürel yaşama cevap vermeyen geleneklere HAYIR; mahkemelerde adaletin hâkim olmasını engelleyen bozuk düzene HAYIR… Bence de yeni şartlar yeni geleneklerini oluşturmalı… Adalet de mülkün temeli olmalı…

Oyuna ilgi göstermemin önemli nedeni daha vardı: yazarın Bertolt Brecht (1898-1956) olması. Bir süredir Alman edebiyatında bir isim dikkatimi çekiyor. Bu hafta derste Alman Edebiyatını anlatırken Sürgün Edebiyatı içinde Bertolt Brecht’e yer vermiştim. Bertolt şair, oyun yazarı, tiyatro yönetmeni ve kuramcısıdır. Eserleri uluslararası alanda saygı ile kabul görmüş ve ödüllendirilmiştir. Şair Mevlüt Asar’ın çevrisinde Bertolt Brecht’in aşağıdaki Sürgün isimli şiirini çok beğeniyorum:

Bir çivi çakma duvara

as bir sandalyeye ceketi

değer mi telaşa dört gün için?

döneceksin yarın geriye

Sulama o küçük fidanı da.

Var mı bir ağaç daha dikmenin anlamı?

Bir basamak boyu bile büyümeden o,

çekip gideceksin sen buralardan.

İndir kasketini yüzüne, geçerken insanlar!

Niye karıştırmalı yabancı dil kitaplarını?

Seni yurduna çağıran haber,

bildiğin dilde olacaksa eğer.

Kirişlerden kirecin yaprak yaprak dökülüşü gibi

(Önlemeye kalkma!)

yurdunun sınırlarına adalete karşı ördükleri

o zülüm duvarı da çürüyerek

yıkılacaktır bir gün…

FOTO: MUSTAFA ŞENAL TYSON

 

Allah’ın Rahmeti Üzerinde Ola, Yavuz Padişahım…

Devletlü, inayetlü, ubbehetlü, refetlü, vefirü’l-kerim efendim padişahım hazretleri…

Uzun yıllar derslerde senin politikalarını anlattım. Politikalarının sebep sonuçlarını açıklamaya, yorumlamaya çalıştım. Bu konuları çalışan öğrencilerim başarılı da oldular.

Ama bir politikanı anlatırken, ne yalan söyleyeyim, içimden farklı şeyler de geçmedi değil. Şu göçebe Türkmenleri yerleşik hayata geçirme politikanı kastediyorum. Bu kadar insanı öldürmeye gerek var mıydı? diye hep düşünüp durdum. Doğrusu son dönemlerde yaşadıklarım olmasaydı seni anlamakta zorlanmaya devam edecektim. Ne mi yaşadım?

Senden 600 küsur sene sonra biz göçebelerin hâlâ yerleşik yaşama geçemediğimizi görünce öldürme işini tasvip etmesem de sana bazı yönüyle hak verdim.

Yerleşik kültürün günümüzdeki göstergelerinden olan apartman kültürümüzden bahsediyorum. Biz göçebeler hâlâ kendimizi ovada zanneder, yemek sonrasında soframızda kalan atıkları çatalıyla bıçağıyla balkondan aşağıya sallarız, elimize geçen çöplerimizi ova zannedip merdiven ayaklarına ve apartmanımızın çevresine dağıtırız, kokulardan apartmanlarımıza girilmez, “atlarımızı” komşuya saygısı göstermeden istediğimiz yere bağlar ve komşuyu da gerektiğinde tehdit ederiz, ovalardaki bağırmaları çağırmaları, gürültüyü geçtim… Birimiz buna itiraz edip sesini çıkarttığında da “keçilerimizin” boynuzunu gösterip onu rezil etmeye çalışırız…

Padişahım, iyi ki dönemimizde yaşamamışsın yoksa seni de rezil edip, adını tarihten silerdik…

Allah’ın rahmeti üzerinde ola, Padişahım hazretleri…

 

Şeyh Sâdî-î Şîrazî’nin Gülistan Eserinden Güncelliğini Kaybetmeyen Bir Hikâye

Nuşirevan Âdil için bir av yerinde bir avı kebap edeceklermiş, fakat tuz yokmuş. Bir parça tuz getirmek üzere uşaklardan birini köye göndermişler. Nu­şirevan uşağı çağırıp, tuzu para ile al, tâ ki köyden tuz almak hükümetse bir âdet olup köy harap olmasın, diye tembih etmiş.

Nuşirevan’ın yanında bulunanlar: Bir parça tuzdan ne fenalık çıkar? demişler.

Nuşirevan: Zulmün esası cihanda evvelâ az imiş. Sonra her gelen bir parça arttırmakla bugünkü dereceyi bulmuştur, demiş.

[Eğer ahalinin bahçesinden padişah bir elma yerse uşakları ağacı kökünden çıkarırlar. Birisinden yarım yumurta almak suretiyle, padişah zulmü reva görecek olursa padişahın askerleri bin tavuğu şişe geçirirler]